31 Temmuz 2012 Salı

Muhteşem kanaviçeler - Gorgeous Cross stitches

Bugün oğlumla şehirde bir işimiz vardı. Dün gece bizde kalan oğlumun iki arkadaşı ile beraber dışarıda bir kahvaltı ettikten sonra şehre indik. İşimizi hallettikten sonra ise bulunduğumuz yere çok yakın bir yerde oturan çok eski bir arkadaşıma uğradık beraber. Bu arkadaşımın Sarp'a doğduğu günden itibaren çok emeği geçmiştir ve Sarp onu hep annesinin bir arkadaşı olmaktan ziyade kendi arkadaşı gibi hissetmiştir.
10 parmağında 10 marifet biri varsa o kesinlikle Öznurdur. İnanamazsınız öyle işler yapar ki... patchworkler, kanaviçeler, mozaikler, Brezilya nakışı, nice işler... ve hatasızdır, kusursuzdur yaptıkları...
En son kanaviçe işlemiş, dibim düştü... onları resimledim paylaşmak üzere...

Today my son and I had some work to do in the city. After  having a breakfast outside with two of my sons friends who stayed over last night we drove to the city. After we did what we needed to do, we went to my very old friend who was sitting near by. This friend of mine is someone who has had a big part in Sarp's life since he was born and Sarp has always felt her to be one of his friends rather then one of his mum's friends.
If there is some one in life who is stuffed with talent it certainly is Öznur. You wouldn't believe at her work... patchworks, cross stitching, Brazillian embroidery, loads of work... and they are faultless and perfect...
She recently made they cross stitches, I was stunned... I took their photos in order to share...












 






29 Temmuz 2012 Pazar

Bir Cuma sabahı - One Friday morning

Tekneye giderken bir başka alışkanlığımız var. Bir arkadaşımız kek, kurabiye yapar yol için ve onu derin bir plastik kutuya koyar. Bu hepimiz için önem taşır, çünkü bu kutu teknede yıkanır ve hepimizin ortak cep telefonu, küçük ıvır zıvır kutusu olur ve dümenin tam yanında durur 7 gün 24 saat. O kutunun içinden arada telefon sesi yükselir ama o telefonun sahibi duymazsa kimse de ilgilenmez. Zordur da çalan telefonu bulmak o karmaşanın içinde. Tekne tatilimiz sırasında Cuma sabahı uyandım, denizde duşumu aldım, kahvaltı sofrası hazır... tam ilerliyorum, oturacağım, telefonum çalmaya başladı...kutuya yöneldim yüreğim sıkışarak... hayırdır, sabahın köründe kim arar beni?...annem.... meğer üniversite sınav sonuçları açıklanmış. Ben Pazartesi, Salı gayet bilinçli bir şekilde bekledim açıklanmasını, ama açıklanmayınca haftaya kaldı bu açıklama diyerek zihnimden atmıştım.  Tabii benim çığlığımla eşim internette siteye ulaşmaya çalıştı, ben Sarp'ı uyandırmak ve haberi vermek için teknenin ön tarafına koştum, bir baktım uyanmış, elinde cep telefonu boş, boş bakıyor... meğer benzer zamanda ona aldığı puanla ilgili haber iletilmiş, ama çok mutsuz, yüzünden düşen bin parça.. Ne puanını sormak ne de sıralamasını sormak gelmedi bile aklıma, ya da sorduysam bile anlamadım, dinlemedim cevabı, zihnim durdu... ilk şok anı ve oğlum mutsuz,  o mutsuzsa bende mutsuzum elbette... Emati iyi bir şey ama ben de çok abarttım sanırım...
When going to the boat we have another pattern. One friend bakes a cake or cookie and puts it inside a deep plastic box. This is important for all of us as it gets cleaned on the boat and becomes our mutual  mobile phone rest and takes its place just by the rudder 7/24. Sometimes a phone ring is heard from the box but nobody except the phone owner pays any attention to this sound. It's also very hard to find the ringing phone inside this tangle of phones... On Friday morning I woke up and took my shower in the sea, the breakfast was ready on the table, my phone started to ring... I moved towards the box dreaded... Who would call me for good this early in the mornng? My mum... Apperently the university exam results were published. I'de waited for them to be published on Monday and Tuesday but as it wasn' announced I'de decided that the announcement would be made the next week so it was out of my mind.  Of course with my scream my husband directly started searching this info on the internet and I ran to the front part of the boat to wake up Sarp and tell him this. He was awake, with his phone in his hand he was looking with empty eyes, very unhappy... It didn't even cross my mind to ask his score or anything and even if I did ask I didn't listen or understand the answer, my mind was blank... It was the moment of shock and my son was unhappy so I was unhappy of course... Empathy is good but I guess I exaggerated it.
İstanbul da girmek istediği üniversiteye puanı yetmemiş... Tekne de bir matem havası başladı, kimse soramıyor bile ne oldu diye, biz de bilmiyoruz ki, tek bir gerçek var ortada... "mutsuzuz"... Sonra bir arkadaşımız çığlık attı "yeter be, çocuk şahane puan almış,neymiş istediği okula giremiyormuş, başkasına girer, nedir bu matem havası?" Ben o an o cümleyi bile algılayamadım ama ufaktan bu yas duygusu dağıldı. Bir arkadaşımız hemen girebileceği tüm olası okul ve bölümlerin listesini araştırarak Sarp'a gösterdi... Baktık ki bir dünya seçeneği var. Sarp'ın yüzü sonunda aydınlanmaya başladı
 His exam score was not good enough for his desired university. It was a moment of grief on the boat, nobody could even ask anything, we didn't know the answers anyway... there was only one reality, we were "unhappy". Then one of our friend stated screeming "It's enough, the kid's score is great, what if he can't go to this university?, He can go to another one, why do we have so much gief in the air?". At that moment I couldn't even understand what she was saying but  slowly the feeling of grief started to clear and one of our friends inquired and prepared a list of universities and departments that he would be able to enter with his score. Then we realised that he had loads of other options. The his face started lighting up.
Ankara ya dönünce hep beraber olası üniversiteler ile ilgili bilgi toplama işimiz başladı... Devlet... Özel, tam burslu, yarım burslu vs. Ankara da okumak istese iyi kötü biliriz ama İstanbul diyince hiç fikrimiz yok. Uçan kuşa sordum, herkesin görüşü farklı. En sonunda İstanbula gidip hepsini gezmek ve bunun neticesinde bir kanaat oluşturmak konusunda karar kıldık. Aslında bu hafta orada olacaktık ama Pazartesi ye erteledik gelişimizi, bakalım hangisinde karar kılacağız?
When we returned back to Ankara we started investigating the universities that seemed possible, state, private, full grant, half grant etc. If he'de wanted to study in Ankara we would have an idea about the universities but for İstanbul we don't have a clue. We asked this to everybody that came to our minds but they all have different opinions so we decided to go to İstanbul and see them all and then decide. We were supposed to be there this week but we delayed it to Monday. I don't know what we will decide on in the end... 


Bahsettiğim televizyon çekimi için bir telefon kılıfının yapılışını gösterdim demiştim ya, işte bu....
I'de mentioned that I showed how to make a phone case for that TV program, well here it is....
Hızımı almışken değişik renklerini de yaptım...
Once I'de started I made different versions of it also...








27 Temmuz 2012 Cuma

Beklenen hafta -The expected week


Biz 10 senedir aynı (aslında 3 aile sabittir, geri kalan 2 aile değişken) arkadaş grubumuzla mavi yolculuk yaparız. Bu mavi yolculuklarımız ile ilgili değişmezlerimiz vardır. Mesela yıl boyu muhtelif kereler toplanılır, hangi tarihte hangi tekneyle çıkacağımız görüşülür ama bir karara varılamadan konu dağılır ve hoş bir akşam geçirilerek eve geri dönülür... yaz gelir.. bir panik başlar... eyvah teknesiz kaldık... en sonunda biri çıkar bir tarih ilan eder, gelen gelsin, gelemeyen de gelmesin naapalım der... herkes işini organize eder ve gelir... tekneler aranmaya başlar... onların boş tarihlerine göre tekrar tarih revizyonu yapılır... Tekne ritüelimiz böyle başlar işte...
For 10 years we've been going out for a blue trip with our same (actually 3 families are permanant, the other 2 families change) group of friends. We have constants about our blue trips. For examle we meet several times during the year in order to decide our trip date and the boat that we want to go with  but always depart after a pleasant evening, without any decision made... Summer comes... a panic starts... we don't have a boat... In the end someone states a date and say's "ones who can come at those dates will come but ones who can't won't come, what else can we do?"... everybody organises his or her work and comes... We start looking out for a boat... our date changes according to their schedules... Our boat ritual starts like this... 

Televizyon çekiminden sonraki hafta tekne haftamız'dı. Tekneye gitmek için bavul hazırlanması da farklı olur... kıyafet yok, ayakkabı yok, sadece mayo, 1-2 t-shirt, uyku tulumları, oyunlar (bunlar tabii evde kaybolmuş olurlar,aranması ve bulunması gereklidir), ihtimal dahilindeki ilaçlar... İstanbul'dan acel acele dönüşümün sebeplerinden biri de buydu. Uyku tulumları nerede acaba? Ya oyunlar... Hangi ilaçları almalıyım?
The week after my TVshooting was our boat week. The baggage preperation for a boat is different. No cloths, no shoes, only swimming suits, 1-2 tshirts, sleeping bags, games (Of course you have to search were they are as they get lost somewhere in the house), medication that we may need... One of the reasons of my quick return back from İstanbul was this. Where are the sleeping bags? The games.. What medication should I take with me?

Tekneye bindikten sonraki ritüelimiz de hep aynıdır.  Her gittiğimiz koy, dünyanın en güzel koyudur ayrılmak istemeyiz ama ne hikmetse sabah uyandığımızda dünyanın en pis denizli koyu olduğuna karar verilir ve apar topar oradan başka bir yere gidilir... Her gece denize girilir, biri denize atar kendini, herkes yakamoz var mı? diye sorar, cevap değişmez hiç "evet var, hemde çok", bu cevabı alan denize atar kendini...
Once we hop on the boat our rituals are the same. Every bay that we go is the best place on earth, we don't want to depart but I don't know what hapens when we wake up in the morning we find the same place to have the dirtiest sea ever and we immediatly take off... Every night we swim. One of us jumps in the sea, everybody asks "are there any phosphoroscences in the sea?". The answer is always the same "Yes there are, lots" Everybody who hears this answer jumps in the water...

Ben yakamozu geceleyin denizin üstünde ayın yansıttığı pırıltılar sanırdım eskiden. Bu mavi yolculuklarımızın 2. veya 3. senesinde biraz ferahlamak, biraz da ayılmak isteyen eşim denize girmişti...bir çığlık yükseldi denizden... "bu denizin içindeki ışıklar hakikaten var mı? yoksa ben mi çok içtim, lütfen ayık biri atlasın, baksın" Hemen arkadaşlarımızdan birinin oğlu da girdi ve eşimin gördüklerini teyid etti. Hepimiz ilk o gece denize girdik... Hatta ben uyuyan 10 yaşındaki oğlumu uyandırıp denize soktum o da görsün diye. Sandım ki o geceye has bir şey bu... Sonradan anladık ışık olmayan her yerde, her zaman yakamoz görebiliyorsun denizin içinde. Bu öyle bir şey ki, suyun içinde ayaklarını, elini kımıldatıyorsun, binlerce yıldız fışkırıyor. Ay ışığı bile bunu görmene engel oluyor. Zaten bunu keşfettiğimiz tarihten sonra bir de hayatımıza bu yolculuk için mehtap sız bir hafta seçme kriteri geldi.
I always had thought phosphoroscences to be the moon shining on the sea. In our second or third blue trips my husband had jumped into the sea to sober up and to refresh a little... There was a scream from the sea... "Are the sparkles that I see real or am I too drunk? Please somecome sober come here nd have a look" One of our friends son jumped in and confirmed the things that my husband had seen. We all were in the sea that night... I even woke up my 10 year old son who was sleeping and made him swim so that he can also see them. I'de thought it was a one night only thing.... Then we understood. When there's no light at all you can always see phosphoroscences inside the sea. This is something like when you move your feet and arms under the water thousands of stars start blowing out. Even the moonlight can be an obstacle for you to see them. Whenever we discovered this we had a new criteria so as to choose a week that there is no full moon.

Hiç kimse istemez kamara da yatmayı, hepimiz boncuk gibi sıralanırız güverteye uyku tulumarımızla beraber. Sabah 5-6... güneşin doğması ile uyanılır. Bazı ısrarcı arkadaşlar 7-8 e kadar güneşin altında uyumayı başarır (ben onlardan biriyim) . Teknenin arkasındaki kahvaltı masasına ilerlerken denize atlanır duş niyetine... İşte bu da benim bir diğer mazeretim dir.
Nobody wants to sleep in the cabins so we all line up with our sleeping bags on the deck. You have to wake up with the sun rise. 5-6 in the morning. Some insistant friends can sleep under the burning sun till 7-8.(I'M one of them). While moving to the breakfast table on the rear of the boat you jump in the water with the intention of a morning shower... And this is my other excuse....

Tekne için çantamı toparlamaya çalışırken aklıma geldi bu. Seyahate çıkarken iç çamaşırları yada mayolar için hep temiz torba ararım evde... Ve hoşuma gitmez naylon torbaların içine onları koymak. Kendime bir tane çamaşır torbası yaptım...
This came to my mind while I was packing up for the boat. I always search out for a cleen plastic bag for my underwear or swimming costumes when I need to go on a trip... And I don't like putting them in plastic bags. So I made myself an underwear bag...








26 Temmuz 2012 Perşembe

Yaşıyorum, hayattayım - I'm living, I'm alive

Ne kadar uzun bir süre olmuş yazmayalı, neredeyse üç hafta... Hiç evde duramadığım, atölyeme inemediğim bir zaman... Neler mi oldu? Öncelikle FOG TV adlı bir televizyon kanalı beni programına davet etti. Yeni bir televizyon kanalıymış, Ağustos-Eylül gibi yayına girecekmiş, Digitürk'ün kanallarından biriymiş... bildiklerim bunlar. Tabi programa katılmak için hazırlık yapmam gerekti çünkü benden kamera karşısında bir şeyin yapılışını göstermem istenmişti. Akıl edip sordum, dikiş makinesi var mı stüdyo da? diye... Yok dediler... Eyvah... Başladım bir çantayı aşama aşama dikmeye, kumaş bitti, aşamalar bitmedi... Sonra başka bir şey, yine olmadı derken küçük bir telefon kılıfına karar verdim... değişik aşamalardaki hallerini hazırlayarak İstanbul'a geldim koca bir bavulla... Yaptığınız her şeyi yanınızda getirin, biz hepsini göstereceğiz demişlerdi... Stüdyo ya girer girmez iki kişi yapıştı bana, biri saçıma, biri yüzüme (makyaj manasında tabii)... düşünün artık ben nasıl bir şoktayım... Saç, makyaj yapıldı, hoop stüdyo dayım. Getirdiğim bavuldaki çantalar stüdyo daki bar masası kıvamındaki masanın muhtelif yerlerine yerleştirildi... Masa küçük, eşya çok, tabii ki sığmadı... Ancak 10 da biri ekranda yer alabildi... Sonra dediler hadi çekim başlıyor, hiç beklemiyordum bu kadar hızlı, bir tuvalete koşturmam var inanmazsınız... koşturmuş olmak çare mi İstanbulda? Nemden kıyafetler yerinden kımıldamıyor, kımıldayanlar ise geri yerine gelmemek konusunda ısrarlı... Çekim başladı... Perihan Savaş ve ben ve bir sürü insan ve bir sürü kamera... Kamera bazen öyle bir hızla gözünün içine doğru ilerliyor ki insanın bir kaç kez yerimden zıpladım (ama çaktırmadım tabii)... Çekimde tam bilincim yerine gelmiş, ruhum bedenimi yakalamıştı ki biri "bitti" levhası kaldırdı ve ben elimde koca bavul, Beşiktaş iskelesinde buldum kendimi. Aslında niyetim 10 marifet ofisine uğramaktı ama hem vakit yeterince erken idi, hemde hava çok sıcak, Kadıköy, Ataşehir, Ankara istikametinde ilerleyerek evime geldim gece. Uzun süredir yazmıyor olmamla ilgili ilk mazeretim budur işte...

It's been a long time since I've written here, almost three weeks... A time in which I didn't stay at home, I didn't go down to my workshop... What happened? First of all a TV channel called FOG invited me to a program. It's a new TV channel that's going to start operating in August-September, it's a Digitürk channel... that's all I know... Of course I needed to prepare something as they had asked me to show how to make something in front of the camera.  It crossed my ming so I asked if there was a sewing machine in the studio, they said NO.  OOooo... I started sewing different steps of a bag, I ran out of fabric but the steps weren't covered yet... then I tried something else, it didn't work also so I decided on a small iphone case... I prepared it to show different steps of it and headed İstanbul with a huge suitcase... They'de told me to bring all my stuff because they would show all... As soon as I entered the studio two people grabbed me, one grabbed my hair the other my face (of course for make up)... Can you imagne the shock I'm in?... My hair, my make up, all done and I'm in the studio. The stuff that I'de brought with me was placed on various parts of the table that was similar to a high bar table... The table was small, the stuff was a lot so all of them didn't fit... Only %10 found a place... Then they said we're starting to shoot, I wasn't expecting this, this soon. How I rushed for the ladies room... but is rushing enough in İstanbul? My outfit wouldn't move from my body because of the humidity and the parts that moved were insisting not to come back in place... The shooting started... Perihan Savaş & me & a lot of other people & loads of cameras... Sometimes one of the cameras can move with such a speed directly into your eyes, well that made me jump... During the shooting just as my consciousness came back in place and my soul was able to catch up with my body, someone raised a signboard saying "finish" and then I found myself in the Beşiktaş pier with my huge suitcase . Actually my intention was to go to 10 marifet office but as the time was early enough and the weather was too hot I headed  back home via Kadıköy, Ataşehir, Ankara. My first excuse  for not writing this long  is this... 


Bugün sizinle TV programı için hazırlamaya niyetlendiğim ama kumaşlarımı tükettiği için olamayan ilk çantamı paylaşacağım... Bugün bir ara aşağıya inmeyi başardım ve bitirdim. Bu arada benim atölye sıcaklar sebebiyle işgal altında. Yaz aylarında evin en serin odası orası. Eşim ve oğlum sıcaktan uyuyamadıkları için orada yatıyorlar, biri erken yatıyor ( Şu sıralar sitede akşamları toplanıp oyun oynuyoruz kızlarla, ancak 12-1 gibi eve giriyorum, erken dediğim de o yani), diğeri geç kalkıyor derken orada bir şeyler yapabilme sürem kısıtlandı.
 İşte çanta...

Today I will share the bag that I'de started aiming the TV program but was not able to finish due to me running out of fabric... Today, I managed to go downstairs to finish it. By the way my workshop is under an invasion because of the hot weather. It's the coolest place in the house in the summer. My husband and Son are sleeping there because they can't sleep due to the heat, one goes to sleep early and the other is waking up late so the time left for me is a bit restricted.
Here's the bag...






6 Temmuz 2012 Cuma

Bence mucizevi - I think this is miraculous

Oğlumun üniversite sınavı günü eşimle beraber oğlumuzu götürmüştük sınav yerine. Oğluşun sevgili halası, kuzeni de geldi, beraber bekliyoruz sınavın sona ermesini, yayılmışız çimlere. Baktım insanlar çay içiyorlar, meğer kantin açıkmış, dedim hepimize çay alayım. Kantin uzakta, koydular 4 bardak çayı bir tepsiye, başladım çimlere doğru yürümeye... Ne olduysa oldu ve tepsi kaynar çayları ile beraber üzerime devrildi. Karnımın üstü haşlandı tabii. Eczaneye koşturduk, yanık kremi aldık ama karnımın üzerinde kötü bir yara oluşmasına engel olamadım. Eve geldiğimde doktor olan komşuma gösterdim, dedi ki "bu çok kötü bir yanık,  lekesi geçse bile zor geçer". Bir hafta yanık kremleri ile dolaştım ama işe yaramadı, yara geçmiyor ve çok ta çirkin görünüyor ve ben üzerime normal bir kıyafet giyemiyorum çünkü acıyor... Sonra bir arkadaşım git "Aloa Vera" bitkisi al, yaprağını kır ve içindeki sıvıyı sür dedi. Ertesi gün aradım, buldum bu bitkiden ve hemen sürdüm. Birkaç saat sonra inanılmaz bir şey oldu ve yara azaldı. Ertesi gün 2 kere daha sürdüm. Üçüncü gün itibariyle hiç bir şey kalmadı karnımda, dikkatli bakmazsan iz bile yok. Sizce de mucizevi bir şey değil mi bu? Şimdi emin olun evimden bu bitkiyi eksik etmeyeceğim artık.

On the day of my son's university exam,we took him to the examination place together with my husband. My son's dear aunty and his cousin also came and we sat down on the grass and started waiting for the exam to end. I saw people drinking tea, apparently the tea shop was open so I said that I will go get some tea for all of us. The tea shop was a bit far away so they put the 4 glasses of hot tea on a tray for me to carry. I started walking towards the grass area... Whatever happened but at that point the tray with 4 glasses of boiling tea tipped over me. Of course my tummy was burnt. We ran to a pharmacy and got some cream but I couldn't avoid my tummy having a horrible scar. When we came back home I showed my scar to my neighbour who is a doktor and she said that it is a bad scar and it will not be easy for it to be healed completely if ever it does. For one week I put on loads of medicated creams but nothing seamed to work, the scar was not healing, it was looking horrible and I wasn't able to wear normal clothes as it was hurting... Then one friend told me to go get an Aloa Vera plant, crack the leaf  and to apply the liquid inside on my scar. The next day I searched and found the plant and applied the liquid right away. After a couple of hours something amazing happened, the scar started to dissappear. The next day I applied it 2 more times. By the third day nothing was left over on my tummy and if you don't look very carefully there is hardly any sign of it. Don't you think it's something miraculous? You can be sure that I will always have that plant in my house. 


Aloe Vera
Diğer resimler de terasımdaki diğer bitkilerim, kıskanmasınlar dedim onları da resimledim.

The other pictures are my other plants in my terrace, I didn't want them to be jealous so I took their pictures also.







5 Temmuz 2012 Perşembe

Kedili kutu - Box with cat

Kısa tatilimiz bitti ve evimize döndük Pazartesi gece yarısı itibariyle. İki gündür sanki haftalardır tatildeymişim gibi yapmam gereken işler, görüşmek istediğim arkadaşlar, vs. modunda sokaklardayım. Tabii ki bu yapılacaklar benim dört günlük yokluğumda birikmedi, sadece tatil yapmış olmanın enerjisi ile aylardır yapmak istediğim "yapılacaklar" listemi biraz toparlıyorum.
Bugün sabah "Ordan Burdan Hayattan" blogunun sahibi Yasemin sabah beni arayarak "Dolu Dolu Mutfak" Aslı ile beraber yakınlarda bir kafe de oturduklarını söyleyerek beni oturdukları yere çağırdı. O kadar çok iş vardı ki aklımda bugün için yapmayı planladığım ama teklifin cazibesine kapılarak kısa kalma düşüncesiyle yanlarına gittim. Keyifli başlayan sabahım aldığım bir haber ile keyifli bir heyecanın kalp çarpıntısı içinde geçti ve tabii ki yapılacak işler listemi tamamlamak bir başka zamana kaldı...
Her ne kadar bir çok şeyi atlamış olsam da annemin benden istediği bir şeyi yapmak amacıyla onların evine gitmeyi başardım, gitmişken de anneme seneler önce yapmış olduğum bu ahşap kutu gözüme ilişti ve onu fotoğrafladım. Yeni bir şeyler üretemesem de allahtan geçmişten gelen stoklarım sağlam... Gittiğim bir çok yerde yapmış olduğum ve unuttuğum bir şeylere rastlıyorum...

Our short holiday ended and we returned back home on Monday night. Since two day's I'm on the streets to handle my to do list and to see friends that I wanted to see as if  I've been on holiday for weeks. Of course all these things that needed to be done did not accumulate in these four day's, it's only that with the energy that comes from having had a holiday I'm doing things that I needed to do in the previous months.
This morning Yasemin owner of blog "Ordan burdan hayattan" called and told me that they were sitting at a cafe nearby with Aslı from "Dolu dolu mutfak"and called me to the cafe. There were loads of things that I wanted to do today but I was carried away with the attractivity of the suggestion so I went there with the idea of only staying a short while. My morning that started in  pleasure turned in to a heart beat of a joyfull excitement with a message that I recieved and of course completing my "to do" list was postponed to a further date...
Although I skiped loads of things, I managed to go to my parents house to do something that my mum had asked of me and when I was there my eye caught and pictured this box that I had made mum years ago. Even when I don't produce anything new, my inventory from the past is sound... In loads of places I go I run into something that I'de produced but I'de forgotten.