28 Temmuz 2013 Pazar

İkinci şans - Second chance

Nisan 2012'de bir post yayınlamıştım. Üzerinden neredeyse 1,5 sene geçmesine rağmen hala tıklanma istatistiklerine baktığımda en çok tıklanan post'um.  Konusu ise "plastik sandalyelerin boyanması". Kaçıran birilerinin işine yararsa diye bugün tekrar yayınlamak istiyorum. Hatta bu yayınımı yaparken üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra ki durumlarını da sizlerle paylaşmış olacağım. Tam bir deney yani...
Bu sandalyeler 2012-2013 kışını bahçenin ortasında, yağmurun, karın altında geçirdi. Deneyimin 1,5 yıl sonundaki sonucunu resimledim.

I'de made a post in April 2012. Even though it has been about 1,5 years, when I look at my stats it still is my click record post. The subject is "painting plastic chairs". I want to share it again today for people who missed my prior post. In fact,  I will be able to share their states after 1,5 years has gone by. It's a total experiment...
These chairs spent the 2012-2013 winter in the middle of the garden, exposed to rain and snow. I took shots of my 1,5 year old experiment.

http://wildpoppyfields.blogspot.com/2012/04/oncesisonras-plastik-sandalye.html

Taze çekilmiş  fotoğraflar 
The freshly taken pictures




16 Ayı bahçede üst üste istiflenmiş olarak geçirdiler.
They spent the 16 months in the garden stacked on top of each other...




Bir zamanlar böyleydiler, aşınmış, rengi solmuş...

Once they where like this, eroded, fade in color...



Sonuç: Boyanan plastik sandalyelerde, her hangi bir şekilde hava şartlarından korunmamış olsalar dahi, boyada bir dökülme, kalkma olmamış. Kollarında ufak tefek beyazlıklar var ama onun sebebi muhtemelen benim sandalyeleri beyaz ahşap masanın üzerine doğru devirmemden kaynaklı. (zaten orijinal renkleri koyu yeşil) Devirmezsem, sitenin kedileri bizden çok sandalyelerimizi kullanıyorlar, kullanmaları problem değilde popomda kedi kılları ile dolanmaktan pek hoşlanmıyorum.:))

Nasıl boyadığımı merak edenler için link:

Conclusion: Although the painted plastik chairs were not protected from the weather conditions in any way, there was no sign of the paint coming of. There are spots of white on the arm parts but most probably they happened because of me tilting the chairs towards the white table. (and besides  their orijinal color is dark green). If I don't do this tilting the cats use the chairs more then we do, the problem is not them using the chairs, its the fact that I don't like wondering around with cat hair on my bottom... :))

Link for those who want to know how I painted them:








27 Temmuz 2013 Cumartesi

İlk defa heyecanı - Excitement of the first time

Etsy'den ilk satışımı gerçekleştirdim, siparişi yerine bile ulaştırdım. Aslında bu olalı epey oldu ama gezi olaylarına denk geldiğinden paylaşmak aklıma gelmedi, enerjim olmadı çok istedim ama yapamadım, yapmadım neticede.



I made my first Etsy sale, I've even managed to ship this order to its place. Actually this happened a while ago but as it was in the Gezi events period it didn't come to my mind to share this, I didn't have the energy to do so, although I wanted to do it, I couldn't, as a conclusion I didn't.

Bu İpad çantasını alan kişi Allison. Blogu Rambling Follower... Heyecanla bekledim teslim alsın ve bir geri bildirim versin, bir yorumda bulunsun diye. Ben yorumunu maille atar diye beklerken kendisinden bir link geldi. Linki tıkladığımda beklediğim, umut ettiğim geri bildirimi, onun blog yazısı aracılığıyla ziyadesiyle almış oldum.

http://ramblingfollower.blogspot.com/2013/06/from-turmoil-in-turkey-crafter-shares.html


This Ipad case was bought by a lady named Allison. Her blog is Rambling Follower... With excitement I waited for her to recieve it and give me a feedback, a comment. While I was expecting her to make her comment with an email I recieved a link from her. When I clicked this link I saw more of a feedback that I was hoping for via her blog post. 

http://ramblingfollower.blogspot.com/2013/06/from-turmoil-in-turkey-crafter-shares.html

Allison bu yazıyı yazarken benim Haziran ayında yazdığım ilk ve son yazıyı da referans almış, dolayısıyla yazısının bir bölümü de Türkiye'de yaşananlar olmuş. Hatta başlık şöyle "Türkiye'de ki karmaşanın içerisinden bir zanaatkar kalbinin bir parçasını paylaşıyor".  İpad kılıfının kendisini, paketini, benim Etsy'de kendimle ilgili yaptığım tanıtımı, hatta yanında keçe bir ev-anahtarlık göndermiştim, onu kitap ayracı olduğunu düşündüğünü de yazmış 11 Haziran tarihli blog yazısında.Yazısını okudum, gözlerim yaşardı. O kadar güzel ve içten tanıtmış ki beni. İsmimin anlamını bile öğrenmiş ve yazısını "Barışı sürdürmek için önce kendimizden başlayabiliriz, evde kendimizi ve sevdiklerimizi geliştirerek" diye bitirmiş. Ne kadar doğru... İlk Etsy satışım karşıma güzel bir ruh çıkardı ve ben bu satışla ilgili yaşadığım heyecanı ve güzel duyguları unutmayacağım.
Elbette para kazanmak önemli ama benim için yaptığım veya yapacağım satışlarda asıl önemli olan güzel bir ruha dokunabilmek, ve güzel bir ruhun da bana dokunabilmesi...


When Allison wrote this post she'de refered to my one and only blog post that I'de written in June. So a part of her post was about things that we were going through in Turkey. Even her heading was "From Turmoil in Turkey, A Crafter shares a bit of her heart".  She also included in her 11 June dated post the İpad case itself, details of the package, the presentation of myself that I'de written for Etsy, she even wrote that she thought that the felt house keychain that I'de included in the package was a bookmark. I read her post, tears came up. Her introduction about me was so beautiful  and sincere. She even learned the meaning of my name and ended her post by saying "When we want to wage peace, we can start with ourselves, in the home we nurture for ourselves and our beloveds".  So true... My first Etsy sale made me come across a beautiful soul and I will not forget the excitement and nice feelings that I experienced. 
Of course earning money is important but what really matters for me is to be able to touch  a beautiful soul, and a beautiful soul to be able to touch me.


26 Temmuz 2013 Cuma

Yaşama tutunmak - Holding on to life

Oturduğumuz eve çok yakın bir balık lokantası vardı. Bu lokantayı çok sever, çok giderdik bir zamanlar. Hani her tarafın beyaza boyalı olduğu, çerçevelerin, masa ve sandalyelerin mavi olduğu, Ankara'nın göbeğinde insanı Ege'de yada Yunanistan da hissettiren lokantalardan. Bu lokantanın dekorasyonunda kullanılmış, masaların arasında kiremit saksıların içinde beyaza boyalı kuru ağaçlar kullanılmıştı üzerinde türlü objelerin asılı olduğu. Çok güzel görünüyorlardı ve ben kıskanmıştım. Günün birinde eve yakın olan seralardan birine giderek kurumuş ve bir kenara atılmış bir ağaç bularak arabanın arkasına bağladım, bir arabanın arkasına bağlanmış kuru bir ağacın yolları süpürerek yol almasını gören kişilerin hayret dolu bakışları içinde getirdim eve, taşıdım bahçeye. Büyük bir hevesle başladım beyaza boyamaya. İlk kat boyasını attıktan sonra kurusun diye de sokak kapımın tam karşısında bulunan büyük kiremit testinin içine koydum. Sonraki bir kaç gün yağmur yağdığı için işime devam edemedim.




There was a fish restaurant near to our house. We loved this place and used to go there a lot. It was a location where everyplace was painted in white, the window frames, tables and chairs where blue, you would feel you where in the Aegean region or Greece despite the fact that you are in the middle of Ankara. This restaurant had white trees with various objects hanging on them in Teracotta pots scatterred around the tables as a decoration. They looked good and I was jealous. One day I went to a garden center near our house, found a dry tree thrown away, tied it to the back of my car and brought it back home under the astonished look of  people who had seen the transportation of a a dry tree on the back of a car by sweeping the streets. I arrived home and carried it to the garden. With great enthusiasm I started painting it white. After the first coat I left it to dry inside the big teracotta pot that was situated just opposite my main door. I couldn't continiue my work as it rained for the next couple of days. 



Bir kaç gün sonra kapı çalındı ve kargo geldi. Ben kargo şirketinin görevlisi ile konuşurken gözüm takıldı bizim ağaca. Ağacın bir dalından tomurcuklar çıkmış, gözlerime inanamadım. Sonraki günlerde ağaç sürekli tomurcuklanmaya devam edince bu bizim mucize ağacımız olsun diyerek bahçeye diktik ve sulamaya başladık. Mucize ağaç ya, cam boncukları ağaca astırarak dilek dillettiriyordum eve gelen çocuklara. Tabii sadece çocuklarla kalmadı, büyüklerde katıldı dilek ağacı projesine.
O yaz hepimizin ağaçla ilgili fantezileri oldu... Günün birinde eşimi ağacın yanında bir şeyler fısıldarken duydum. Ne yapıyorsun diye sorduğumda ağaca telkin vererek bir ayva ağacı olduğuna ikna etmeye çalıştığını itiraf etti. "Sen bir ayva ağacısınnn"...
Neredeyse 2010 yazı boyunca ağaç canlı kalabilmeyi başarsa da yaz sonunda herkesin dileğini gerçekleştirdikten sonra (bu da benim kurgum) ayva ağacına dönüşemeden maalesef  kurudu.



A few days later the door rang and it was the cargo man. I was chatting with him and then my eyes got stuck on the tree. I couldn't believe my eyes as a  bud was bursting out of a branch. Because the tree continued to sprout, we planted it in the garden and started watering it stating that it would be our miracle tree. As it was the miracle tree I was making little kids who came to our house make a wish by hanging a glass bead on the tree. Of course it wasn't only children, grown ups also joined this wishing tree project.  
That summer we all had fantasies about that tree.. On day I heard my husband whispering something at the tree. When I asked him what he was doing he confessed that he was giving affirmations to the tree to convince it that it was a quince tree. "You are a quince treeeee"...
The tree succeeded to live almost all of the summer of 2010 but unfortunately after making all wishes come true (thats my fantasy) dried out by the end of summer without being able to transform itself to a quince tree. 



Bu da dünkü yazımda yazarım diye söz verdiğim hikayedir.

And this is the story that I promised to write about in my yesterday post. 

25 Temmuz 2013 Perşembe

Cam boncuk sevdası - Love for glass beads

Bayılıyorum cam boncuklara... Yaz mevsimine ne kadar yakışıyorlar... Kolyesi ayrı güzel., bileziği ayrı güzel oluyor... Ağacın üzerine asıyorum, orada da güzel görünüyor... Amaçsızca saç ortalığa, yine güzel, yine göz alıcı...



I love glass beads... They go well with summer... Necklace turns out to be lovely... Bracelet turns out to be another kind of lovely... I hang them on a tree, it even looks lovely there... Scatter them around with no intention, still lovely, still glamorous... 


Bu ağacımın da bir hikayesi var aslında, onuda yarın anlatayım...

Actually this tree of mine has a story, I'll write about it tomorrow...


22 Temmuz 2013 Pazartesi

Her zamankinden farklı hafta - A week different then always

Harika geçen bir mavi turdan sonra geçen hafta Cumartesi gecesi itibariyle evimize geldik. 12 yıl önce 3 aile başlamıştık bu turu yapmaya, zaman içinde 6 aile olduk. Çocuklarımız büyüdü ve arkadaşlarımız haline geldi. Oğlum 7 yaşındaydı, şimdi 19. Daha tatil bir tatil düşünemez oldum. Yılda sadece bir hafta diğer 51 hafta yapmadığımız her şeyi yapıyoruz. Geceleri denize giriyoruz, yakamoz görüp seviniyoruz, boncuk gibi dizilip açık havada uyuyoruz, sabah güneşin gözümüzün içine ısrarla girme girişimiyle uyanıyoruz, 7-24 mayomuzu çıkarmıyoruz, sabah uyanınca yüzümüzü yıkamıyoruz denize atlıyoruz, 1 hafta boyunca 2-3 parça kıyafet giyiyouz, kitap okuyor, oyun oynuyouz, maillerimize bakmıyor çalsa bile telefonumuzu duymuyoruz, sofra kurmuyor, yemek pişirmiyoruz.
Halbuki ilk mavi yolculuğa çıkmadan önce ödüm kopmuştu, küçücük bir alanda, o kadar kişi bir arada, küçücük klostrofobik kabinler, pompalı sifonlar (ilk çıktığımız yıllar böyleydi), yapamam ben, çok sıkılırım aklımı oynatırım demiştim... yanılmışım...



After a fabulous blue trip we returned back home on Saturday last week. 12 years ago we'de started this trip as 3 families but in time we increased to 6. Our kids grew up to be our friends. My son was 7 now he is 19... I cannot think a holiday more holiday then this. Only this one week of the year we do everything that we don't do in the remaining 51 weeks. We swim at night, we sleep in the open air next to each other, we wake up with the sun intending to get into our eyes, we don't take of our swimming wear 7/24, we don't wash our faces in the morning we jump into the sea instead, we only wear 2-3 pieces of clothing all week, we read books, play games, we don't look at our emails and don't hear our mobile phones even if they ring, we don't set up the table, we don't cook. 
Whereas I was terrified before our first trip. So many people stuck up in a very small space, tiny claustrophobic kabins, pumped toilet flushes (ıt was like this in the first years)... I'de said; I can't do it, I'll be bored, I'll  turn crazy... well, I was wrong...




Geçen haftam tekne sonrası rehaveti içinde geçti. Öyle çok yapmak istediğim projem vardı ki hiçbirini yapamadım. Gerçi bir arkadaşımın kızı ameliyat oldu, oğlum beta kaptı, ateşlendi, yani biraz mazeretim var sayılır... Ama bugün Öykü'cüğüme benden istediği telefon kılıfını diktim sonunda...


Last week passed in a post boat trip lanquor. I'de so many projects in mind but I didn't do any of them. Actually my friends daughter had an operation, my son had a fever due to a bad throat infection, as you can see I kind of have a little bit of an excuse... But today I managed to sew the phone case that dear Öykü had asked from me...








10 Temmuz 2013 Çarşamba

Art Clay Gümüş kolye - Art clay silver necklace

Istanbul da ikinci günüm de bitti. Biraz daha NLP öğrenmiş oldum. Çeviri yapmamın en güzel tarafı bu oluyor benim için. Normalde oturup dinlediğimden daha fazlasını öğreniyorum, çünkü her sözlü ve sözsüz ifadeyi dinlemem ve anlamam gerekiyor. Oturup dinlediğimde dalabiliyorum, konsentrasyonum dağılabiliyor, bunda böyle bir şansımın olmaması yorucu, yorucu olduğu kadar da faydalı oluyor dolayısıyla.  Ama berbat hava koşulları henüz yakamı bırakmış değil. Bugün dönüşte, gök delindi sanki. En sevdiğim şey vapurda dışarıda oturmaktır, bunu yapmama bile izin vermedi hava. Bende nasıl kişiselleştirdim bu hava mevzuunu. Sanki bana inat hava ısınamıyor gibi algılıyorurum... Bu arada oğlumun sınavı da fena geçmemiş anlaşılan...
Bugün paylaşacağım Art clay malzemesi ile yapmış olduğum bir takı. Ben bu kolyemi pek seviyorum, dolayısıyla çok kullanıyorum. Ucundaki figür ise genellikle patchwork te kullanılan ve benim çok sevdiğim bir figür. Bu figürü kullanarak yapmış olduğum birkaç obje var.

My second day in İstanbul has ended. I've learned a bit more of NLP. The best part of doing translation is this for me. I learn more then I would if I were just sitting and listening as I have to listen and understand every verbal and non verbal expression. When I just sit and listen I can get drifted away and I might lose my concentration. When in transalation, as I don't have any other option, it's very tiring but also it's helpfull for better learning accordingly. 
The awfull weather condition has not left me. Today, on my way back it was like the sky had burst. I have personalized this subject very much. I percieve like it's not warming because of me. 
The thing I want to share is a necklace that I made out of Art Clay. I love it very much, so I use it a lot. The figure of the pendant is something used in patchwork and I love it very much . I made a couple of objects in which I used this figure.





4 Temmuz 2013 Perşembe

Deri ile çalışmalar - Leather works

Bu uzun yokluğumda yaptığım bir diğer iş Çıkrıkçılar'a bir arakadaşımla yemek yemeğe ve biraz dolanmaya gidip dönüşte bir sürü deri ve deri malzemesi ile eve dönmek oldu. Zımba makinesi, zımbalar, çıtçıtlar, deriler... bir sürü malzeme aldım... tabii hemen denemezsem olmaz...

One of the other things that I did during my long absense was to go to Çıkrıkçılar (Old town- Ankara) to have a meal and a small stroll with a friend and to return back home with loads of leather supplies. I bought a puncher and metal supplies, leather... of course I needed to try them as soon as possible...



Bu aşağıda gördüğünüz bir telefon kılıfı... Önce kenarlarını dikiş makinesi ile diktim, beğenmedim, söktüm, tekrar diktim ve yine dikiş kayınca en sonunda elimde diktim...

Below is a phone case... At first I sew the edges with the sewing machine, didn't like it, ripped it of, tried with the machine for the second time and as the stiches didn't go straight again so I sewed it by hand....



Balıklı bir bileklik yapayım dedim ama o kadar büyük yapmışımı ki küçük bir çanta diktim, onun sapı oldu...

My intention was to make a bracelet but as I had made it very big it turned out to be the handle of a small bag that I sewed. 





Okudum ve çok beğendim...

Ara verdiğim bu uzun dönemde genelde evde ve televizyon karşısında türlü duygular içerisinde donakalmış olmama rağmen iki tane kitap okumayı başardım. Bilinen yazarların kitapları değil her ikisi de, hatta kitapçılarda satılmıyormuş, zormuş bulmak. Arkadaşım çok övgüyle bahsedince bu kitaplardan ondan ödünç aldım. Muhtemeldir ki arkadaşım bu kadar övmese ikinci kitabı kitapçılarda görsem bile bu neymiş diye elime alıp ta bakmazdım. Kitapların konuları aslında birbirine benziyor. Mübadele zamanlarında ki dostluklar, sevinçler, ayrılmaklar, hüzünler...

DOSTLUKLAR,
RENK, IRK, DİL VE DİNDE DEĞİL,
YÜREKTE FİLİZLENİR, KÖK SALAR!

diye yazıyor kitaplardan bir tanesinin arkasında...